
10 Eylül 2010 Cuma
23 Haziran 2010 Çarşamba
Melancholia, Zeynep İnal @ Hush Gallery | 17.07.2010, 18:00

Küçük bir kız varmış, kocaman acı taşırmış yüreğinde. Her sabah gözünü açtığında kalbine götürürmüş elini, acıyı yoklarmış hala orada mı diye. Nefes alması zorlaştığında bahçeye çıkar bir ağacın gövdesine koyarmış elini akıtırmış ağlayan yüreğini. Griye boyalıymış tüm renkler, kız yeşil yeşil ağlarmış. Kalbini çıkarıp atmak istermiş yapamazmış, üç sıkı düğümle bağlıymış yüreği bedenine. Kızın acısının kokusunu alan herkes ondan uzaklaşırmış, korkarlarmış bu keder bulaşıcıdır diye. Gri bir sokakta yeşil akan yaşlarıyla yalnız kalmış kız. Sesler boğuk renkler donukmuş. Sonra ılık bir rüzgar esmiş, hüzünlü bir piyano sesi taşımış soğuk kaldırımlara. Kız dans eder gibi yürümüş. Sanki yüzlerce insanla birlikte bir balo salonundaymış ama aslında kimsecikler yokmuş. Hayaletlerin dans ettiği sokakta sadece bir noktaymış. Kız yürümüş ortopedik ayakkabılarıyla saatlerce, hüzünlü bir piyano sesiyle...
Sanatçı Hakkında
Zeynep İnal 2 Ocak 1981'de İstanbul'da doğdu. 1992-97 yılları arasında Ste Pulcherie Fransız Ortaokulunda, 1997-2000 yılları arasında St Benoit'da okudu. Liseyi birincilikle bitirip tüm öğretmenlerinin itirazlarına rağmen 2000 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tekstil Bölümüne başladı. 2004'te mezun olduğunda çalışma hayatına başladı. Önce Bahar Korçan'ın daha sonra Nejla Güvenç'in tasarım asistanlığını yaptı. Nej'de çalıştığı sürede IFF Tokyo Moda Fuarı ve Paris Pret-a-Porter Fuarına katıldı. T-shirt baskı tasarımına o dönem merak sardı. Sonunda illustrasyon ve tekstili birleştirmenin bir yolunu bularak baskı tasarımcısı olmaya karar verdi. İlk baskısı Nej'de çalıştığı sırada Mudo'da satıldı. 2008'den beri Officeistanbul'da baskı tasarımcısı olarak çalışmaktadır. Çalıştığı markalar arasında Jack&Jones, Zara, Ginatricot, Bershka, Veromoda bulunmaktadır. Kişisel çalışmalarına ve freelance işlerine devam etmektedir. Ocak 2010'da Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde karma sergide yer almıştır. Yapı Kredi Yayınlarından çıkan ZEMBEREK adlı kitabın kapak illüstrasyonunu yapmıştır.
[EN]
"There was a small girl who carried great pain in her heart. She placed her hand on her heart every morning when she awoke to check whether the pain was still there. When it became difficult to breathe, she would go out into the garden and touch the trunk of a tree and let her crying soul weep..."
Zeynep İnal, the young artist who graduated from Textile Design at Mimar Sinan University, has opens her first individual exhibition, Melancholia, at Hush Gallery. She wrote a small story for each of her artworks.
Açılış / Opening: 17.07.2010 18:00- 21:30
Ziyaret saatleri / Visiting Hours: Haftanın her günü / Every Day 11:00 - 21:00
Detaylı bilgi için // For further info:
İbrahim Gürman T. 532 2854904 / gallery@hushhostelistanbul.com
Hush Gallery
Caferağa Mh. Miralay Nazım Sk. 20 Bahariye - Kadıköy / Istanbul
http://hushhostelgallery.blogspot.com/
http://www.hushhostelistanbul.com/
PRESS
Maison Françaises

SABAH

le cool
6 Haziran 2010 Pazar
UNFINISHED ROUTE, Carla Paiolo @ Hush Gallery | 19 June 2010

UNFINISHED ROUTE // BİTMEMİŞ YOL
Discover the wonder of the shadows, anytime, everywhere. Inside and outside me.
Some people think the shadow has a scientific meaning; it is a phenomenon generating when light is over a body; and some people think differently or has emotional connections to it.
Generally thinking, it exists a "gray area" of the individual as well, which has to be destroyed as an impediment to peace.
And much more...
I feel a great emotional thinking on a stage where in the past the shadow was called "black eyes", the Karagoz, and internal energy of that dimension.
In the theatre of my life, I would like to dye my body of that specific eye-colour, and can move under the visible colours without losing sight of that black.
"Any kind of box can be opened, as it was made. We always need to believe it is possible"
“Unfinished Route” is a path... I cannot close because it is tied to the changing of my feelings.
When you feel the intensity of his gaze on your skin.
It moves, simultaneously with the endless mobility of the shadow.
The limit of a box doesn’t stop the noise of the shadow...
My dream is to reach the shadow at noon.
Carla Paiolo
----- About The Artist -----
Visual artist and performer Carla Paiolo was born in Vetralla (Viterbo, Italy) on May 3, 1976. She uses overall the hand-made paper, as space of purity. Her research is strongly directed to a specific analysis of non-European cultures (East and Middle-East culture). She already made some investigation in China (Guangzhou), in 2007, specializing in engraving and other ancient Chinese artistic techniques.
Opening: Saturday, 19 June 2010 at 18:30 - 21:30
** There will be a performance by Carla Paiolo during the openning party!
Visiting Hours: Everyday 11:00 - 21:00
Açılış: 19 Haziran 2010 Cumartesi 18:30- 21:30
** Açılışta Carla Paiolo bir performans gerçekleştirecektir!
Ziyaret saatleri: Haftanın her günü 11:00 - 21:00
Hush Gallery
Caferağa Mh. Miralay Nazım Sk. 20 Bahariye - Kadıköy / Istanbul
http://hushhostelgallery.blogspot.com/
http://www.hushhostelistanbul.com/
Detaylı bilgi için // For further info:
T.(0532) 2854904 / gallery@hushhostelistanbul.com

28 Mayıs 2010 Cuma
Bart Oostindie (Holland) LIVE @ Hush Hostel Lounge | 18.06.2010, 21:30

Bart's teen years went by travelling throughout Europe with an acoustic guitar, while his love for jazz music brought him back to Holland where he decided to study at the conservatory. In 2002, Bart joined the popular Dutch soul/funk band Mo'Jones with whom he played on the North Sea Jazz festival in 2003. Together with piano player Mike Roelofs, Bart has formed his own project with Mike Roelofs and Leon Bartels: Down South. With Down South Bart released the album “One On One”.
In 2004 Bart decided to focus on his song writing. As having a sound of his own, Bart won the prestigious Alfa Award in 2005 with his song“Grandson”. Afterwards, Bart has formed the Bart Oostindie Band, published
'Grandson' EP and his brand new album “Welcome to the Costume Ball”, with which he proves once again to be one of the most talented, upcoming artists in the Netherlands.
http://www.bartoostindie.com/
http://www.myspace.com/bartoostindieband
Hush Hostel Lounge
Rasimpaşa Mah. Rıhtım Cad. İskele Sok. 46 Kadıköy
http://www.hushhostelistanbul.com/
lounge@hushhostelistanbul.com T. (216) 450 43 63

23 Nisan 2010 Cuma
STORIES | Marie Béchaux @ Hush Gallery

STORIES
01.05.2010 - 15.06.2010
**İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansının desteğiyle
**Supported by Istanbul 2010 European Capital of Culture Agency
[TR]
Paris’te yürüyorum, sokakta, yerde renkli bir negatif film görüyorum. Kaza geçirmiş bir negatif bu. Aşınmış, parçalanmış. Hemen ilk fotoğraf stüdyosuna koşuyorum. Bir saat sonra elimde baskılar. Bu baskılardan bir film yapmayı düşünüyorum. Ama hikayenin sonu bu değil...
Birkaç ay önce, En Gare (Garda) başlıklı bir film çekmişim, belgesel bir video-art çalışması. Bu filmin ortaya çıkış hikayesi şöyle: Etem Şahin’le bir sabah erken saatlerde Biarritz garındayız, başka bir belgesel filmin çekimi için çıktığımız yolun ilk durağı. Kamerayı kılıfından çıkarıyoruz. Görüntüler boş, ne karakterler ne de insanlar var. Terkedilmiş bir dekor, her şey havada asılı; uyanış vaktiyle şafak sektesinde.
Bir saat sonra Dax’a varıyoruz, orada bir gazeteci ve elektrikçiyle tanışıyoruz. Ben sesi kaydediyorum, öylesine bir konuşma, içeriği belirli bir röportajdan öte, konu: Aquitaine bölgesi, Avrupa, globalleşme, serbest konular çerçevesinde tanıştığımız kişilerin deneyimleri konuşuyor biz sormaksızın. Gazeteci yakın arkadaşı bir Türk garsondan söz ederken, Fransa’yla Türkiye’yi bir ele alıyor, birbirine yaklaştırıyor. Elektrikçiyse, Avrupa normlarını eleştirerek gelecekte İspanya’ya taşınma planlarından bahsediyor.
Bu iki röportajın sesini, Biarritz garının boş peronu görseliyle eşleştirdiğimizde bir belgesel film meydana geliyor. Ses görüntüye hareket verirken, tren istasyonu hikayelerini söylüyor.
Stories ile En Gare filminin rastlantısal estetiğini aşmak istedim çünkü, negatiflerin bulunuş serüveni başlı başına bir tesadüf. Bu fotoğrafları ben çekmedim, fakat buldum: bu bir tanışma. Her fotoğraf gibi, onlar da fotoğrafı çekenle gerçeklik arasında bir buluşma noktası. Bu fotoğrafları yerden topladım fakat eylemin doğası aynı, göz, ele izin veriyor onun yerine görüntüyü yakalaması için. Elim, deklanşöre basmak yerine fotoğrafları yerden topladı. Bu görüntüleri evlat edindim ve STORIES olarak sicilime geçirdim. Bir Mağrip düğünü görüntülerde: kahramanları göçmen bir aile olabilir, ya da evli çift Paris’e balayına gelmiş ve negatiflerini düşürmüş olabilir.
Kesin olan bir şey var: bu görüntüler Fransa’da kolonileşmenin ve kolonilerden ülkeye göçün tarihini sorguluyor. Bunun ötesinde, milli kimlik, küreselleşme ve sınırlar, sınırötesi bir zaman-mekana kavuşuyor. Belgesel şema halihazırda, Garda filminde ele aldığım tartışma-röportaj modelini, bu görüntülerden yola çıkacak filmime uygulamaya karar veriyorum: negatifleri bulduğum yere dönüp, oradan geçenlere fotoğrafları gösterip, kendi deneyimleriyle eşleşen bir hikaye anlattırmak, gördüklerinden esinle.
O gün zarfında, fransızların, yabancılar (fotoğraftaki yabancılar) hakkında fikirlerini almak niyetim. Bu tanıklık daha sonra filmin yegane ses kaydı olacak ve mağrip düğünüyle eşleşecek. Bu fikirlerimi paylaşmak üzere, montajcım Arthur de Lipowski’yle buluşuyorum, daha bir şey anlatmama izin vermeden, Çin’de bir film stüdyosunda bulduğu 35 mm filmleri tutuşturuyor elime: eski bir coca-cola reklamının aşınmış pelikülü bu. Görüntüler zamanla yeşilleşmiş, eskimiş. Film fikrini bir kenara bırakıyorum bunun üzerine.
Çin’den gelen pelikülle başka bir film yapma fikri doğuyor sonrasında. Fotoğraflardan, dört adet üç parçalı tablo (triptyque) oluşturmaya karar veriyorum, böylece her biri bir hikaye anlatacak ve sinemasal kurgu’ya sadık kalmış olacağım. Fotoğraflar sabit sergilenimlerine rağmen bir filmden sahnelere dönüşecekler. Bütün bunların ötesinde, fotoğraflarda baskıdan seçilen çizikler ve izlerle Stories üstüste çekim tekniği (surimpression) , gravür ve pentürden geçerek deneysel sinemanın tarihini resmeder gibi.
Böylece, hikayedekiler ekrandan çıkarak birer tabloya dönüşüyorlar. Tablolar ki, bugünün duvarına asılmış bir toplumun freskosu.
Çin’den gelen reklam filmi için de aynısı geçerli: fotoğraflar gibi, o da zamanın tanıklığını eden, bulunmuş bir pelikül: komünist Çin’in seksenli yıllarda coca-cola’ya bakışı. Filme Chinese Cola adını veriyorum, ve bu filmle, teknik anlamda sinema atalarına geri dönmüş oluyor: Kinetoskop.
Üzerinde çalışmak üzere, 35 mm’lik pelikülü dijital ortama aktarmak istediğimde, laboratuvarların çoğu, pelikülün yıpranmış yüzeyini bahane ederek beni geri çevirdiler. Anladım ki analog baskı kendi başına yeterli değil, ileri dijital baskı ve çoğaltma tekniklerine boyun eğiyor. Pelikülüm, bir antika olarak dijital ortamda serüvenine devam edecek öyleyse. Bunun üzerine, bir fotoğraf laboratuvarına gidiyorum, bobinin tamamı yerine, tek tek fotoğramları bastıracağım ve daha sonra dijital montajla onları yeniden birleştireceğim. Chinese Cola, animasyon tekniğiyle saniyede 24 kare görüntü birbirine eklenerek montajlanacak.
Analog ve dijital görsellerle STORIES, zamanın arkeolojisini yapar gibi bulunmuş eşyalarımız ve fotoğraflarımız üzerinden, çağımız insanının ve toplumunun hikayesini işliyor.
Açılış: 01.05.2010 Cumartesi, 18:00 - 23:00
Ziyaret Saatleri: Haftanın her günü 10:00 - 21:00
[FR]
C’est à Paris, dans la rue que je trouve cette pellicule couleur. De suite, la matière défigurée par les intempéries m’intéresse. Je me précipite alors chez le premier photographe. Une heure après, les photographies dans les mains, je décide d’en faire un film. Mais la fin de l’histoire n’est pas celle-là…
Quelques mois plutôt, je tourne un court métrage EN GARE entre documentaire et Art vidéo. Alors que je me trouve avec Etem Sahin dans la gare de Biarritz au petit matin, nous décidons de sortir la caméra. Les images sont vides. Les gens, les personnages sont absents. C’est un décor abandonné, en suspens entre l’aube et le réveil. Il n’y a pas d’histoire… Une heure plus tard, nous rencontrons à Dax, un électricien et un journaliste. J’enregistre le son. La discussion est libre, loin de l’interview classique. L‘Aquitaine, l’Europe, la mondialisation sont abordés par l’expérience personnelle des protagonistes. Le journaliste rapproche la Turquie de la France en parlant de son meilleur ami turc, qui travaillait au café de la Gare à Bordeaux. L’électricien s’interroge sur les normes européennes électriques pour s’installer en Espagne. Ainsi, en superposant cette voix off sur les images de Biarritz, l’aspect documentaire se déploie. Le son agite l’image, la gare se remplit d’histoires.
Avec STORIES, je voulais dépasser EN GARE, parce que le hasard est plus grand. Ces photos ne sont pas les miennes. Je les ai trouvées. C’est une rencontre. Comme toutes photographies, elles sont un point de contact entre soi et le réel. Je ne les ai pas prise, je les ai ramassé. L’acte est le même; l’œil laisse la main attraper l’image à sa place. J’adopte ces images. Ensuite, comme EN GARE, elles s’ouvrent sur l’étranger. Elles représentent un mariage magrébin. Ce peut être une famille d’immigrés comme des touristes en lune de miel à Paris. Plusieurs histoires sont possibles. Cependant, une chose est sûre, elles interrogent l’Histoire de France sur la colonisation et l’immigration. Elles poussent plus loin la question de mondialisation, de frontière et d’identité nationale. L’aspect documentaire est là et pour le renforcer, je décide de retourner dans cette même rue où je les ai trouvé. Je reprends le procédé de l’interview-discussion expérimentée avec EN GARE en présentant les photos aux passants pour qu’ils me racontent à travers leur vécu l’histoire de ces gens photographiés. Je veux saisir le regard des français, à ce jour, sur l’étranger. Ces témoignages seront la bande son du film. Sans attendre, je rencontre mon monteur, Arthur de Lipowski, pour lui soumettre cette idée. Là-dessus, il me présente une pellicule 35mm, qu’il a trouvé sur un plateau de tournage en Chine. C’est une vieille publicité coca cola. Les images sont vertes, dégradées par le temps et témoignent de l’ouverture communiste sur la société de consommation. Tout bascule. Je comprends que le film est la et non plus au milieu des photographies.
Je compose alors, avec ces dernières, une série de quatre triptyques, où chacun retrace une histoire. Par cette forme, je conserve l’aspect cinématographique; ces images deviennent les photogrammes d’une pellicule film. Et plus loin, elles parcourent l’histoire du cinéma expérimental, en passant de la surimpression à la gravure. Il en est de même pour la publicité chinoise. Comme les photographies, c’est une pellicule trouvée, qui remonte aux origines du cinéma. Lorsque j’ai voulu numériser CHINESE COLA, les laboratoires ont refusés sous prétexte que les rushes étaient trop abimés. Face à ce dilemme, j’ai du me tourner vers un photographe pour qu’il numérise chaque photogramme. Le montage numérique se soumet alors aux règles de l’animation en suivant son rythme strict, 24 images par seconde, pour redonner vie au film.
Ainsi, STORIES raconte notre Histoire, notre monde aujourd’hui entre nos images numériques et argentiques, qui deviennent les tableaux, les fresques d‘une société accrochés aux murs de notre temps.
Vernissage: 01.05.2010 Samedi, 18:00 - 23:00
Hush Gallery
Caferağa Mh. Miralay Nazım Sk. 20 Bahariye - Kadıköy / Istanbul
http://www.hushhostelistanbul.com/
Detaylı bilgi için // For further info:
İbrahim Gürman t.(0532) 2854904 / gallery@hushhostelistanbul.com
**İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansının desteğiyle
**Supported by Istanbul 2010 European Capital of Culture Agency
[TR]
Paris’te yürüyorum, sokakta, yerde renkli bir negatif film görüyorum. Kaza geçirmiş bir negatif bu. Aşınmış, parçalanmış. Hemen ilk fotoğraf stüdyosuna koşuyorum. Bir saat sonra elimde baskılar. Bu baskılardan bir film yapmayı düşünüyorum. Ama hikayenin sonu bu değil...
Birkaç ay önce, En Gare (Garda) başlıklı bir film çekmişim, belgesel bir video-art çalışması. Bu filmin ortaya çıkış hikayesi şöyle: Etem Şahin’le bir sabah erken saatlerde Biarritz garındayız, başka bir belgesel filmin çekimi için çıktığımız yolun ilk durağı. Kamerayı kılıfından çıkarıyoruz. Görüntüler boş, ne karakterler ne de insanlar var. Terkedilmiş bir dekor, her şey havada asılı; uyanış vaktiyle şafak sektesinde.
Bir saat sonra Dax’a varıyoruz, orada bir gazeteci ve elektrikçiyle tanışıyoruz. Ben sesi kaydediyorum, öylesine bir konuşma, içeriği belirli bir röportajdan öte, konu: Aquitaine bölgesi, Avrupa, globalleşme, serbest konular çerçevesinde tanıştığımız kişilerin deneyimleri konuşuyor biz sormaksızın. Gazeteci yakın arkadaşı bir Türk garsondan söz ederken, Fransa’yla Türkiye’yi bir ele alıyor, birbirine yaklaştırıyor. Elektrikçiyse, Avrupa normlarını eleştirerek gelecekte İspanya’ya taşınma planlarından bahsediyor.
Bu iki röportajın sesini, Biarritz garının boş peronu görseliyle eşleştirdiğimizde bir belgesel film meydana geliyor. Ses görüntüye hareket verirken, tren istasyonu hikayelerini söylüyor.
Stories ile En Gare filminin rastlantısal estetiğini aşmak istedim çünkü, negatiflerin bulunuş serüveni başlı başına bir tesadüf. Bu fotoğrafları ben çekmedim, fakat buldum: bu bir tanışma. Her fotoğraf gibi, onlar da fotoğrafı çekenle gerçeklik arasında bir buluşma noktası. Bu fotoğrafları yerden topladım fakat eylemin doğası aynı, göz, ele izin veriyor onun yerine görüntüyü yakalaması için. Elim, deklanşöre basmak yerine fotoğrafları yerden topladı. Bu görüntüleri evlat edindim ve STORIES olarak sicilime geçirdim. Bir Mağrip düğünü görüntülerde: kahramanları göçmen bir aile olabilir, ya da evli çift Paris’e balayına gelmiş ve negatiflerini düşürmüş olabilir.
Kesin olan bir şey var: bu görüntüler Fransa’da kolonileşmenin ve kolonilerden ülkeye göçün tarihini sorguluyor. Bunun ötesinde, milli kimlik, küreselleşme ve sınırlar, sınırötesi bir zaman-mekana kavuşuyor. Belgesel şema halihazırda, Garda filminde ele aldığım tartışma-röportaj modelini, bu görüntülerden yola çıkacak filmime uygulamaya karar veriyorum: negatifleri bulduğum yere dönüp, oradan geçenlere fotoğrafları gösterip, kendi deneyimleriyle eşleşen bir hikaye anlattırmak, gördüklerinden esinle.
O gün zarfında, fransızların, yabancılar (fotoğraftaki yabancılar) hakkında fikirlerini almak niyetim. Bu tanıklık daha sonra filmin yegane ses kaydı olacak ve mağrip düğünüyle eşleşecek. Bu fikirlerimi paylaşmak üzere, montajcım Arthur de Lipowski’yle buluşuyorum, daha bir şey anlatmama izin vermeden, Çin’de bir film stüdyosunda bulduğu 35 mm filmleri tutuşturuyor elime: eski bir coca-cola reklamının aşınmış pelikülü bu. Görüntüler zamanla yeşilleşmiş, eskimiş. Film fikrini bir kenara bırakıyorum bunun üzerine.
Çin’den gelen pelikülle başka bir film yapma fikri doğuyor sonrasında. Fotoğraflardan, dört adet üç parçalı tablo (triptyque) oluşturmaya karar veriyorum, böylece her biri bir hikaye anlatacak ve sinemasal kurgu’ya sadık kalmış olacağım. Fotoğraflar sabit sergilenimlerine rağmen bir filmden sahnelere dönüşecekler. Bütün bunların ötesinde, fotoğraflarda baskıdan seçilen çizikler ve izlerle Stories üstüste çekim tekniği (surimpression) , gravür ve pentürden geçerek deneysel sinemanın tarihini resmeder gibi.
Böylece, hikayedekiler ekrandan çıkarak birer tabloya dönüşüyorlar. Tablolar ki, bugünün duvarına asılmış bir toplumun freskosu.
Çin’den gelen reklam filmi için de aynısı geçerli: fotoğraflar gibi, o da zamanın tanıklığını eden, bulunmuş bir pelikül: komünist Çin’in seksenli yıllarda coca-cola’ya bakışı. Filme Chinese Cola adını veriyorum, ve bu filmle, teknik anlamda sinema atalarına geri dönmüş oluyor: Kinetoskop.
Üzerinde çalışmak üzere, 35 mm’lik pelikülü dijital ortama aktarmak istediğimde, laboratuvarların çoğu, pelikülün yıpranmış yüzeyini bahane ederek beni geri çevirdiler. Anladım ki analog baskı kendi başına yeterli değil, ileri dijital baskı ve çoğaltma tekniklerine boyun eğiyor. Pelikülüm, bir antika olarak dijital ortamda serüvenine devam edecek öyleyse. Bunun üzerine, bir fotoğraf laboratuvarına gidiyorum, bobinin tamamı yerine, tek tek fotoğramları bastıracağım ve daha sonra dijital montajla onları yeniden birleştireceğim. Chinese Cola, animasyon tekniğiyle saniyede 24 kare görüntü birbirine eklenerek montajlanacak.
Analog ve dijital görsellerle STORIES, zamanın arkeolojisini yapar gibi bulunmuş eşyalarımız ve fotoğraflarımız üzerinden, çağımız insanının ve toplumunun hikayesini işliyor.
Açılış: 01.05.2010 Cumartesi, 18:00 - 23:00
Ziyaret Saatleri: Haftanın her günü 10:00 - 21:00
[FR]
C’est à Paris, dans la rue que je trouve cette pellicule couleur. De suite, la matière défigurée par les intempéries m’intéresse. Je me précipite alors chez le premier photographe. Une heure après, les photographies dans les mains, je décide d’en faire un film. Mais la fin de l’histoire n’est pas celle-là…
Quelques mois plutôt, je tourne un court métrage EN GARE entre documentaire et Art vidéo. Alors que je me trouve avec Etem Sahin dans la gare de Biarritz au petit matin, nous décidons de sortir la caméra. Les images sont vides. Les gens, les personnages sont absents. C’est un décor abandonné, en suspens entre l’aube et le réveil. Il n’y a pas d’histoire… Une heure plus tard, nous rencontrons à Dax, un électricien et un journaliste. J’enregistre le son. La discussion est libre, loin de l’interview classique. L‘Aquitaine, l’Europe, la mondialisation sont abordés par l’expérience personnelle des protagonistes. Le journaliste rapproche la Turquie de la France en parlant de son meilleur ami turc, qui travaillait au café de la Gare à Bordeaux. L’électricien s’interroge sur les normes européennes électriques pour s’installer en Espagne. Ainsi, en superposant cette voix off sur les images de Biarritz, l’aspect documentaire se déploie. Le son agite l’image, la gare se remplit d’histoires.
Avec STORIES, je voulais dépasser EN GARE, parce que le hasard est plus grand. Ces photos ne sont pas les miennes. Je les ai trouvées. C’est une rencontre. Comme toutes photographies, elles sont un point de contact entre soi et le réel. Je ne les ai pas prise, je les ai ramassé. L’acte est le même; l’œil laisse la main attraper l’image à sa place. J’adopte ces images. Ensuite, comme EN GARE, elles s’ouvrent sur l’étranger. Elles représentent un mariage magrébin. Ce peut être une famille d’immigrés comme des touristes en lune de miel à Paris. Plusieurs histoires sont possibles. Cependant, une chose est sûre, elles interrogent l’Histoire de France sur la colonisation et l’immigration. Elles poussent plus loin la question de mondialisation, de frontière et d’identité nationale. L’aspect documentaire est là et pour le renforcer, je décide de retourner dans cette même rue où je les ai trouvé. Je reprends le procédé de l’interview-discussion expérimentée avec EN GARE en présentant les photos aux passants pour qu’ils me racontent à travers leur vécu l’histoire de ces gens photographiés. Je veux saisir le regard des français, à ce jour, sur l’étranger. Ces témoignages seront la bande son du film. Sans attendre, je rencontre mon monteur, Arthur de Lipowski, pour lui soumettre cette idée. Là-dessus, il me présente une pellicule 35mm, qu’il a trouvé sur un plateau de tournage en Chine. C’est une vieille publicité coca cola. Les images sont vertes, dégradées par le temps et témoignent de l’ouverture communiste sur la société de consommation. Tout bascule. Je comprends que le film est la et non plus au milieu des photographies.
Je compose alors, avec ces dernières, une série de quatre triptyques, où chacun retrace une histoire. Par cette forme, je conserve l’aspect cinématographique; ces images deviennent les photogrammes d’une pellicule film. Et plus loin, elles parcourent l’histoire du cinéma expérimental, en passant de la surimpression à la gravure. Il en est de même pour la publicité chinoise. Comme les photographies, c’est une pellicule trouvée, qui remonte aux origines du cinéma. Lorsque j’ai voulu numériser CHINESE COLA, les laboratoires ont refusés sous prétexte que les rushes étaient trop abimés. Face à ce dilemme, j’ai du me tourner vers un photographe pour qu’il numérise chaque photogramme. Le montage numérique se soumet alors aux règles de l’animation en suivant son rythme strict, 24 images par seconde, pour redonner vie au film.
Ainsi, STORIES raconte notre Histoire, notre monde aujourd’hui entre nos images numériques et argentiques, qui deviennent les tableaux, les fresques d‘une société accrochés aux murs de notre temps.
Vernissage: 01.05.2010 Samedi, 18:00 - 23:00
Hush Gallery
Caferağa Mh. Miralay Nazım Sk. 20 Bahariye - Kadıköy / Istanbul
http://www.hushhostelistanbul.com/
Detaylı bilgi için // For further info:
İbrahim Gürman t.(0532) 2854904 / gallery@hushhostelistanbul.com
Istanbul 2010
http://www.en.istanbul2010.org/abhibe/GP_684343
le cool

Kaydol:
Kayıtlar (Atom)