16 Kasım 2011 Çarşamba

FLYING CARPETS: Containers-Symbols-Fragments /// Andrea De Angelis (NEGRO) @ Hush Gallery



The proposal for a solo exhibition in Istanbul gave me the chance to speak about political topics, because it was soon clear to me that my job as an artist in a foreign land was kind of diplomatic. I felt invested in a role of ambassador of my culture. Given these trivial conditions I had surprising outcomes of a job lasted about three months: despite fact I am an internationalist spirit, I feared that the preconceived cultural differences and geographical distances could be prevalent in my work, but what emerges is a message of reconciliation of differences and cancellation of the distances.

The three series of paintings making up this work treat issues known to any observing person dwell anywhere in the world.

With the first series I show you the "containers" within which you can see what you want: at the beginning an open hand, in the horizontal position, to symbolize the welcome, then I tell you where I come from, showing you a crown of thorns that speaks of ideas imposed through symbols of death, then there is a shopping cart ... what's missing in your fridge? A border, a barbed wire, an observation tower .. those who do not have to live with the idea of imprisonment? Perhaps better not to think about do not you think? No brain no pain!

With the second set I recommend you a break because here are the "symbols" talking, good and evil, the nature of the ancestral and cultural superstructures are universal concepts.

Finally there are only "fragments", snapshots of everyday life, pieces of human habits landscape characteristics, we all know no matter where we were born and raised and that we find always the same no matter where we go.

Andrea De Angelis (NEGRO)


Opening*: 25 November Friday, 19:30

Visiting hours: Every Day 11:00 - 22:00 hrs
For further info: info@hushgallery.org

*There will be a perfomance ''A Stranger is a friend you haven't met yet'' by Buket Püren during the Opening
** Kontrol Zeynep (Nigar Zeynep) & Selin Vs (Selin Oransayoğlu) will be playing at Hush Bar after the opening


[TR]

İstanbul’da kişisel sergi yapma teklifi bana siyasi konular hakkında konuşma şansı verdi çünkü yabancı bir ülkede sanatçı olarak bulunmanın diplomatik bir tarafı olduğu açıktı. Kendime bir kültür ateşeliği rolü yüklediğimi hissettim. Bu koşullar göz önüne alındığında yaklaşık üç ay süren bu çalışmanın şaşırtıcı sonuçları oldu. Enternasyonalist bir ruhum olduğu gerçeğine rağmen kültürel farklardan doğan önyargıların ve ülkeler arasındaki mesafenin işlerimde belirgin olmasından endişe duydum ancak ortaya çıkan mesaj farklılıkların uzlaşması ve mesafelerin reddi oldu.

Bu sergiyi oluşturan üç seri, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın herkesin gözlemlediği konuları işliyor.

İlk seride size ne görmek isterseniz içinde onu gösteren “kaplar”ı sunuyorum: Başlangıçta “hoşgeldiniz”i simgeleyen yatay duran açık bir el; daha sonra ölümün sembolleriyle dayatılan fikirlerlerden bahseden dikenli bir taç göstererek size nereli olduğumu söylüyorum. Daha sonra bir alışveriş arabası...Buzdolabınızda ne eksik? Bir sınır, dikenli tel, gözetleme kulesi... Bunlar hapsolmuş fikriyle yaşamak istemeyenler için mi? Belki de hiç düşünmemek daha iyidir, ne düşünüyorsunuz? Beyin yok, acı da yok!

İkinci seride biraz durmanızı tavsiye ederim çünkü şimdi “semboller” konuşuyor, iyi ve kötü, atadan kalmanın doğası ve kültürel üstyapılar evrensel kavramlardır.

Son olarak sadece “parçalar” vardır, günlük hayatın anlık görüntüleri, insan alışkanlıkları manzarasından karakteristik parçalar, hepimiz biliyoruz ki nerede doğup büyürsek büyüyelim, nereye gidersek gidelim hep aynısını bulacağız.

Andrea de Angelis (NEGRO)


Açılış*: 25 Kasım Cuma, 19:30

Ziyaret saatleri: Haftanın her günü 11:00 - 22:00
Daha fazla bilgi için: info@hushgallery.org

*Açılışta Buket Püren ''A Stranger is a friend you haven't met yet'' adlı performansını gerçekleştirecek
** Açılış, Kontrol Zeynep(Nigar Zeynep) ve Selin Vs(Selin Oransayoğlu)'nin DJ Setiyle Hush Bar'da devam edecek


[IT]

La proposta di una mostra personale ad Istanbul mi ha dato l’occasione di confrontarmi con tematiche di ordine politico perché mi è sembrato subito chiaro che il mio compito di artista in terra straniera era di tipo diplomatico, mi sono sentito investito di un ruolo di rappresentante della mia cultura specifica. Date queste banali premesse risultano sorprendenti gli esiti di un lavoro durato all’incirca tre mesi: infatti malgrado io sia uno spirito internazionalista, temevo che le preconcette differenze e le distanze culturali e geografiche potessero risultare prevalenti nel mio lavoro; invece ciò che emerge è un messaggio di conciliazione delle differenze e di annullamento delle distanze. Le tre serie di dipinti di cui si compone questo lavoro trattano tutte dei temi noti a qualsiasi persona si soffermi ad osservarli in qualsiasi parte del mondo.
Con la prima serie vi mostro dei “contenitori” all’interno dei quali potete vedere ciò che volete: all’inizi una mano aperta, in posizione orizzontale, a simboleggiare l’accoglienza, poi, subito dopo vi dico da dove vengo mostrandovi una corona di spine che parla della idee imposte attraverso i simboli di morte, poi c’è un carrello della spesa… cosa manca nel vostro frigorifero? Un confine, un filo spinato, una torretta di osservazione.. chi non deve convivere con l’idea della prigionia? Meglio forse non pensarci non credete? No brain no pain!

Con la seconda serie vi consiglio una pausa perché qui sono i “simboli” a parlare, il bene e il male, la natura ancestrale e le sovrastrutture culturali sono nozioni universali.

In ultimo non rimangono che “frammenti”, istantanee di vita quotidiana, pezzi di abitudini paesaggi dalle caratteristiche umane, che tutti conosciamo in qualsiasi posto siamo nati e cresciuti e che ritroviamo sempre uguali in qualsiasi posto andiamo da grandi.

Andrea De Angelis (NEGRO)

13 Ekim 2011 Perşembe

İnsan Durumu // Human Condition @ Hush Gallery | 15.10.2011, 19:30 - 19.11.2011


İnsan Durumu
 
Sanatçılar: Merve Akyel, Johan Björkegren, N. Güneş Güven, Melike Kılıç, Can Kurucu, Başak Mangör, Yuşa Yalçıntaş, Simin Yıldız, Baysan Yüksel


“İnsan durumu'' iç ve dış etkenlere karşı geliştirdiğimiz bir hâldir. Bu durum kişilerin yaşantılarına göre şekillenir. Kişinin algılarına karşı oluşturduğu kondisyon her ne kadar farklı zaman ve mekânlarda yaşanmış, birbirinden bağımsız söylemler gibi görünse de her biri gündelik yaşamdaki ortak konulardan üremiştir.

Sosyal ve kültürel oluşumlara karşı türettiğimiz “insani” mekanizma yerçekiminin bizi bu platforma sabitleme etkisiyle göz ardı edemeyeceğimiz algılarımızın ortaya çıkmasına neden olur. Bu algılar bize olaylara ve durumlara karşı istemli veya istemsiz, fiziksel ya da ruhsal bir kondisyon oluşturmamıza sebep olur. Yani insan durumu her türlü etkiye karşı büründüğümüz bir tepkidir. Bu noktada algılara karşı bağışıklık kazanan ya da hastalık içinde yok olan bir “insan durumu” ortaya çıkar. İnsanın yerel ve küresel etkenlere karşı oluşturduğu bu durumlar, sergi mekânının her bir karesinde konumlanan, hayata dair temsillerde form kazanmaktadır.

Çizimlerle ifade edilen bütün bu konular yüzey üzerinde imge oluşturmaya çalışırken aynı zamanda dünya üzerindeki yerimizi işaretler. Zira çizmek, en basit ve en ilkel hâlimizdir. Çizgiler dünyayla bağ kurduğumuz ilk iletişim yollarındandır. İnsan gördüğünü, düşündüğünü kendi özgün ve özgür kuralları içerisinde yaratır. Maddesel dünyaya sürekli bir şeyler çizerek varlık kazandırırız. Ya bilinçli bir anlatısallıkla -mağara resimleri, grafitiler, işaretler ile- kendimizi ifade ederiz ya da bilinçsizce doğaya izler bırakırız -ayak izleri, kazınmış bir nesne, yırtılmış bir kağıt şeklinde… Bunlar her ne kadar bilinçsizce bırakılan izler gibi görünse de aslında belli bir belleğe, doğa ve kendisiyle iletişimde olan insan durumuna işaret eder.

Çizimin bir başka özelliği ise her daim hareket halinde olmasıdır. Silinse dahi izinin belirmesi veya bulunduğu yüzeyin zaman içinde değişmesi ona doğaçlamaya elverişli bir yapı kazandırırken onu bitmeyen bir sürecin de parçası kılar. Çizimden ayrı tutulmaması gereken lekeler, işaretler ve yazılar ile de insan duygularıyla varolmayı hedefler.

İnsan Durumu sergisi bu meseleler etrafında dokuz genç sanatçının varoluşun farklı boyutlarını çizim yoluyla ele alarak sorgulaması üzerine kuruludur. Çizim yapanların ortak bir noktada buluşmalarını amaçlayan bu sergi, diğer çizerlerin de yer alabilecekleri bir oluşumun da mesajlarını veriyor.


Ziyaret saatleri: Haftanın her günü 11:00 - 22:00

Sponsorlar: Pera Boya

20 Ağustos 2011 Cumartesi

20/4 @ Hush Gallery - INTERVIEW // RÖPORTAJ

20/4: INTERVIEW
Alev Berberoğlu: What are the main issues and themes that you explore through your art? 

Antonia Breme: In my work, my main interest is in space and the way we experience space. Investigating in different materials and sculptural qualities, I am creating sculptures and installations in space. In the process of working I often include situations I come across in my daily life; I use them as a starting point or as a reference in my work. Structures, surfaces and details are elements I am interested in. A precise way of working is therefore important for me. I am aiming at creating works, which speak in a subtle manner, yet have a strong impact on how we experience the work itself and the space around it. The border of being and non-being in terms of the work is an element that recurs. I am always searching for the border of a tangible and at the same time unseizable experience in space. I am interested in connecting elements with each other and thus creating an oscillation between them and in space. Frequently the objects in my installations, especially in my latest investigations, suggest geometrical elements, sound or movement. Often my work is space-related. I am inspired by artists such as Rachel Whiteread, Wolfgang Tillmans, Thomas Schütte, Olafur Eliasson and others.

Kasia Roswadowska-Myjak: The canvas surrounds me from all sides, with its white abundance. It even spreads out of my hands, I cannot reach its edges. It’s like divining into an overwhelming emptiness, a type of emptiness, however, which is filled up with inspiring whirling whisper of stories that seem to exist already, coming from somewhere, dear Plato… But now, there is just the canvas and I and the outer world is deafened by a matt quietness, which starkly contrasts with the inside of me. I become aware of an unbearable exertion, of an excitement, followed by inner tension and tremble. I simply can’t wait to let this energy go, let it out, spread it out and express it on the canvas. Until I finally relieve it all through a weird aggressive mystical dance or combat, combined with dynamic gestures. I engrave endless stories of inter-woven black charcoal lines on the white background. Then I’m exhausted, just like I would be after a fight and all the pressure is gone…

There are few moments, in which my consciousness is turned down and I’m not thinking of/or controlling myself at all. These are the true moments, I believe, when I can let go, then something gets created through me as if I were only a little tool of creation. Connecting with this strong almost mystical high energy is an experience for me, which is worth hunting over and over again, and it is worth being the noble reason of existence.

These moments of losing control, whether psychologically or physically, fascinate me very much. I guess humans in general are uncomfortable with them, if not afraid of them. Having control over our actions, being conscious of what we do, having reflections – this is our attribute. This is what makes us different from or ’better’ than animals. In the Old Testament, however, God expelled Adam and Eve from the paradise, just because they became conscious, having eaten from the tree of knowledge. I guess there is something holy in being unconscious; and still in symbiosis, in this naturally obvious way the animals are. As a consequence, this year I wanted to work with this animalistic instinctiveness and impulsiveness within the human beings. ‘The animal in the human’ is a topic that some could consider controversial or inappropriate. Though for me, these are the moments of purity and unity with something higher. Searching for the ecstatic moments, I captured humans in an animalistic, out of control positions, from sexual scenes to fights. It was really surprising how, at the end of my study, my works where not only, well, not mainly about the human-animal subject, but mostly about this powerful energies I was experiencing while creating them. It was incredible for me, to see, how the viewers where able to look further than the actual material drawing. Towards the end, (having studied Borges, Duerrenmatt and Camus) I combined my researches with the highly inspiring ancient Greek mythology and the Minotaur, as the identification and the interpretation level of this myth are so wide. Everybody can compare himself to this creature. He is a strong figure of the symbolic fight between the animalistic and the human within one being. Being in search for him-self, he is indeed a very existential subject. The labyrinth, as his materialized lifetime, in which the Minotaur is captured, pictures the profound isolation of the character. Isolation also constitutes the subject of my last year works. Simple sculptures of second-hand materials, scattered in space reminds you of islands. (Island > isolation). Here again, the outcome was also already a bit more transcendental than the material objects. What suddenly became more important was the emotion, the expression of feeling and a weird alienation towards the sculpture. The viewer would experience this rather than the material object itself.

Creation is divine. It is the overwhelming sensation of being God for a short while. By exercising such power our earthly little inspirations suddenly unfold through our hands to magical butterflies, giving us a feeling of pride the way only a mother can feel towards her newborn child.

Alev Berberoğlu: The starting point for your project 20/4 is the city of Istanbul where you, four artists, stay for twenty days in order to observe and respond to it artistically. Being artists that come from different cultural backgrounds, what were your first impressions and thoughts about this city?

Antonia Breme: Being in Istanbul (and Turkey) for the first time, I experience a vibrant and very lively city. The crowded streets and big variety of goods being offered accompanied by a lot of noise was quite overwhelming in the beginning and still is. One thing that strikes me a lot is the chaos and how the chaos seems to be a part of the life: every tiny shop seems stuffed until the ceiling, houses are fixed with whatever material works, new buildings are put on top of old wooden houses which are not allowed to be destroyed. People seem to connect in many ways. The communal feeling among the locals seems very strong.

The Turkish hospitality is overwhelming. People are interested and very helpful. I realize through our work we connect to the place and the locals in a very different and deeper way than usual, we become part of the life here in Istanbul to some extent.

The prayer sound going over the whole city seems quite alienating to me but at the same time it gives me a feeling as if it touches the whole city and also myself in an exciting and calming way.

Kasia Roswadowska-Myjak: Mass, crowd, noises, prayer sounds, the eminent sun, the heat… A lot of little shops piled up on each other – too much information. Plenty to see which is undiscovered, plenty of magic…

Alev Berberoğlu: Your collective response to Istanbul materializes in the gallery space as an installation, which you create together. Could you explain this work formally and conceptually?

Antonia Breme: Our idea to build a ship in the gallery space refers to our situation of being in Istanbul and to the situation of the city itself. The main focus in our work is our time-limited stay in Istanbul of 20 days. During this period of time we try to connect to the place. The ship being installed in the gallery space visualizes our time-limited stay in Istanbul, a stop on our journey, a temporary grounding and working in the city before moving on. The huge ship installed in the rather small gallery space also refers to the way we/I experience the city, being confronted with the overwhelming impact of the city, and the feeling of being quite small. While building the ship we want to fuse the gallery space and the body of the ship at some parts. The stairs of the gallery space become part of the ship for instance. This way we react on the way we experience the city and the way things seem to work here in Istanbul. At the same time the ship connects to the situation of Istanbul itself as a meeting point between Europe and Asia, divided by the Bosphorus, a place of constant movement, going back and forth, crossing of the Bosphorus and connecting the two continents. By using materials (mainly wood) we find on the streets in the area around the gallery, the work is connected to the surrounding in a direct way. The idea of building something from wood also originated from our impressions of the old wooden houses spread all over the place, which speak of former times but still are an important part of the city.

Kasia Roswadowska-Myjak: Basically, it is supposed to become a ship, like a real ship built out of found materials. It will be positioned in the gallery in a quite abstract funny way, because it will seem too big to actually fit there. One can enter the ship from the outside through the little door, and then leave it from the same way again.

We chose the ship as our subject, for it refers to a lot of our experiences here in Istanbul. To start with, there is already a ship as something melancholic, which is very literally pointing at our trip to Istanbul. There are many ships on the Bosphorus and considering the ferries Istanbul couldn’t ever do without them. The ship is also a strong metaphor for the exodus, for the Turkish living in Germany or elsewhere. It is like a huge but old connection, like the boat itself. Full of problems and leeks… Personally for us, the ship is a monumental machine, hot and smelly like Istanbul. Claustrophobic with the only open view over the sea…



20/4: RÖPORTAJ

Alev Berberoğlu: Sanatınızda incelediğiniz başlıca konular ve temalar nelerdir?

Antonia Breme: Yapıtlarımda asıl ilgilendiğim şey mekân ve mekânı deneyimleme biçimimizdir. Farklı materyaller ve heykele özgü nitelikleri araştırarak mekânda heykeller ve enstalasyonlar yapıyorum. Çalışma sürecimde genellikle gündelik hayatımda karşılaştığım durumlara yer veriyorum, işlerimde onları başlangıç noktası veya referans olarak kullanıyorum. Yapılar, yüzeyler ve ayrıntılar ilgimi çeken unsurlardır. Bu nedenle titiz bir çalışma yöntemi benim için önem taşır. İncelikli bir anlatıma sahip, bununla birlikte yapıtın kendisini ve onu çevreleyen mekânı deneyimleme biçimimizde güçlü bir etkisi olacak yapıtlar üretmeyi amaçlarım. Var olmak ile olmamanın arasındaki sınır yapıtlarımda yinelenen bir unsurdur. Daima mekânda somut ve aynı zamanda da yakalanamayan bir deneyimin sınırını arıyorum. Öğeleri birbirlerine bağlamak ve böylelikle onların aralarında ve mekânda bir salınım yaratmakla ilgileniyorum. Enstalasyonlarımdaki – özellikle son araştırmalarımda – nesneler sıklıkla geomektrik unsurlar, ses ya da harekete işaret ediyor. İşlerim çoğunlukla mekânla bağlantılıdır. Rachel Whiteread, Wolfgang Tillmans, Thomas Schütte, Olafur Eliasson gibi sanatçılar bana ilhâm veriyor.

Kasia Roswadowska-Myjak: Tuval dört bir yanımı olanca beyazlığıyla sarar. Ellerimden bile öteye uzanır, köşelerine yetişemem.  Ezici bir boşluğa, bir yerlerden gelen ve uzun zamandır varlığını sürdürüyormuş gibi görünen hikâyelerin ilhâm veren, fırıl fırıl dönen fısıltılarıyla dolu bir boşluğun derinlerine dalmak gibidir, sevgili Platon… Ancak şu an yalnızca tuval ve ben varız, dış dünya donuk bir sessizlikle sağır olmuş durumda – bu da içimdekilerle tamamen zıtlık teşkil ediyor. Heyecanın verdiği dayanılmaz zorlanmanın ve onu takip eden içsel gerilim ile titremenin farkına varırım. Bu enerjiyi dışarı atmak, serbest bırakmak, yaymak ve tuvalde ifade etmek için sabırsızlanırım – ta ki en sonunda tüm bunları tuhaf, öfkeli, mistik bir dans ya da dövüşle dinamik jestlerin birleşimi sonucunda atarak rahatlayana dek… Beyaz zemin üzerinde birbirinin içine geçmiş, kömür siyahı çizgilerle bitimsiz öyküler işlerim. Sonra yorgun düşerim, tıpkı bir kavganın ardından olduğu gibi ve içimdeki tüm baskı kaybolmuş olur…

Bilincimin kapalı olduğu ve kendimi düşünmediğim ya da denetlemediğim nadir anlar vardır. Onların gerçek anlar olduğuna inanıyorum; kendimi gerçekten serbest bırakabilirsem sanki ben küçük bir yaratım aracıymışım gibi benim sayemde bir şey yaratılmış olur. Bu güçlü ve neredeyse mistik, yüksek enerjiyle bağlantı kurmak benim için tekrar tekrar peşinden koşmaya ve yaşamımın seçkin nedeni olmaya layıktır. Kontrolün psikolojik ya da fiziksel olarak yitirildiği bu anlar bana müthiş heyecan veriyor. Sanıyorum ki insanlar bu anlardan korkmasalar bile genel olarak rahatsızlık duyarlar. Eylemlerimizin üzerinde denetim sahibi olmak, yaptıklarımızın bilincinde olmak, düşünmek – bunlar bize özgü özelliklerdir. Bizi hayvanlardan farklı ya da “daha iyi” yapan şeyler bunlardır. Bununla birlikte Eski Ahit’e göre Tanrı, yalnızca bilgi ağacından yiyerek bilinçlendikleri için Adem ve Havva’yı cennetten kovmuştur. Sanıyorum ki bilinçsiz olmakta kutsal bir şeyler vardır ve ortak yaşam süren hayvanlar doğal olarak ve belirgin şekilde öyledir.

Bunların bir sonucu olarak bu yıl insanlardaki hayvani içgüdüler ve dürtüler üzerinde çalışmak istedim. “İnsanın içindeki hayvan” bazılarının tartışmalı veya yakışıksız olarak addedeceği bir konudur. Oysa bana göre, daha yüce bir şeyle bir olduğumuz, saf anlardır. Esrik anları ararken insanları cinsel görüntülerden kavgalara kadar kontrolden çıkmış, hayvani hâllerde betimledim. Çalışmalarımın sonucunda işlerimin sadece, daha doğrusu büyük ölçüde, ele aldığı meselenin insan-hayvan konusu değil de çoğunlukla onları yaratırken tecrübe ettiğim güçlü enerjiler olması gerçekten çok şaşırtıcıydı. İzleyicilerin somut çizimlerin çok daha ötesine bakabildiğini görmek benim için inanılmazdı. Sonlara doğru (Borges, Duerrenmatt ve Camus üzerinde çalıştıktan sonra) araştırmalarımı son derece ilham verici eski Yunan mitolojisi ve Minator ile birleştirdim – zira bu mitin özdeşleşme ve yorumlanma boyutu çok geniştir. Herkes kendisini bu yaratıkla karşılaştırabilir. O, tek varlığın içindeki hayvani ve insani yanların araındaki sembolik savaşın güçlü bir figürüdür. Kendini arayan bir varlık olarak hiç şüphesiz oldukça varoluşçu bir öznedir. Minator ömrünün cisimleştiği labirentte hapsolmuştur ve bu labirent karakterin derin yalnızlığını yansıtmaktadır. Yalnızlık da geçen seneki işlerimin konularından birini oluşturur. İkinci el materyallerden yapılmış basit heykeller mekânda dağınık hâldedir ve adaları çağrıştırır (Ada > yalnızlık). Burada da sonuç maddi nesnelerden aşkın nitelikteydi. Ansızın önem kazanan şey duyguydu, hissin ifadesi ve heykele karşı garip bir yabancılaşmaydı. İzleyici maddi nesneden ziyade bunu tecrübe ediyordu.

Yaratı tanrısaldır. Bu, kısa bir süreliğine Tanrı olmanın verdiği muazzam duygudur. Böylesine bir güç uyguladığımızda küçük, dünyevi ilhâmlarımız birden bire ellerimizde sihirli kelebeklere dönüşür ve bize yalnızca bir annenin yeni doğan bebeğine karşı hissedebileceği türden bir gurur verir.

Alev Berberoğlu: 20/4 adlı projenizin başlangıç noktası İstanbul şehridir ve siz dört sanatçı olarak burada şehri gözlemlemek ve ona sanatsal manada karşılık vermek için yirmi gün kalıyorsunuz. Farklı kültürel arka planlardan gelen sanatçılar olarak bu şehre dair ilk izlenimleriniz ve düşünceleriniz nelerdi?

Antonia Breme: İstanbul’a (Türkiye’ye) ilk defa gelmiş biri olarak enerji dolu ve capcanlı bir şehirle karşılaştım. Kalabalık sokaklar, satışa sunulmuş çeşit çeşit ürünler ve onları izleyen muazzam gürültü ilk başta oldukça baskındı (aslında hâlen daha böyledir). En çok dikkatimi çeken şeylerden biri kaos ve görünüşe göre bu kaosun hayatın bir parçası olmasıdır: her ufak dükkân tavana kadar tıkış tıkış doludur; evler ele hangi malzeme geçmişse onunla yapılmıştır; yıkımına izin verilmeyen eski ahşap evlerin tepelerine yeni binalar kondurulmuştur.

İnsanlar pek çok anlamda birbirlerine bağlı görünüyorlar. Yerel halk arasındaki müşterek his çok güçlü duruyor.

Türk misafirperverliği olağanüstü. İnsanlar ilgili ve çok yardımsever. Yapıtımız sayesinde burayla ve yerel halkla alışılagelmişin dışında ve daha derin bir şekilde ilişki kurarak İstanbul hayatının bir ölçüde parçası hâline geliyoruz.

Tüm şehirden gelen ezan sesleri bana çok yabancı; ama bununla birlikte bütün şehre ve heyecan verici, sakinleştirici bir şekilde bana değiyormuş gibi bir his yaşıyorum.

Kasia Roswadowska-Myjak: Kitleler, kalabalık, gürültü, ezan sesleri, yakıcı güneş, sıcaklık… Üst üste yığılmış çok sayıda küçük dükkân – çok fazla bilgi. Görülmeye değer keşfedilmemiş pek çok şey… Büyülü nice şey…

Alev Berberoğlu: İstanbul’a verdiğiniz kolektif cevap galeri mekânında birlikte yarattığınız bir enstalasyon olarak somutluk kazanıyor. Bu yapıtınızı biçimsel ve kavramsal olarak açıklar mısınız?

Antonia Breme: Galeri mekânında bir gemi inşa etme fikrimiz İstanbul’daki konumumuza ve şehrin kendi konumuna göndermeler yapmaktadır. Yapıtımızın ana odak noktası İstanbul’da süresini yirmi günle sınırlandırdığımız kalışımız. Bu süre boyunca burayla aramızda bir bağ kurmak için uğraşıyoruz. Galeri mekânına kurulmakta olan gemi, gezimizin bir durağını oluşturan İstanbul’da sınırlı bir süreliğine kalışımızı, ilerlemeden önce bu şehirde geçici olarak konaklamamızı ve çalışmamızı görünür kılmaktadır. Aynı zamanda, nispeten küçük bir galeri mekânında kurulan kocaman gemi benim/bizim şehri deneyimleme biçimime/biçimimize, şehrin çok kuvvetli ve derin etkisi karşısında oldukça küçük olduğumuz hissi ile yüzleşmemize de gönderme yapmaktadır. Gemiyi inşa ederken galeri mekânı ile geminin gövdesini bazı kısımlarda kaynaştırmak istiyoruz. Mesela galeri mekânındaki basamaklar geminin bir parçası hâline geliyor. Bu yolla İstanbul’u ve burada hayatın işleyişini deneyimlediğimiz şekliyle karşılık veriyoruz. Aynı zamanda gemi ileri ve geri giderek Boğaz’ı geçer, iki kıtayı birleştirir; sürekli bir hareket yeri olan Boğaz’la ikiye ayrılan ve Asya ile Avrupa’nın arasında bir buluşma noktası olan İstanbul’un konumu ile bağlantılıdır. Galerinin civarındaki sokaklarda bulduğumuz materyalleri (ağırlıklı olarak tahta) kullandığımız için yapıt doğrudan çevresiyle bağlantılıdır. Dahası, tahta kullanarak bir şeyler inşa etme fikri şehrin dört bir yanına dağılmış bulunan ve esasen eski dönemlere işaret eden, ancak günümüzde de şehrin önemli bir bölümünü oluşturan eski ahşap evler hakkındaki izlenimlerimizden ortaya çıktı.

 Kasia Roswadowska-Myjak: Esasen bir gemi hâline gelecek, buluntu materyallerden inşa edilmiş gerçek bir gemi gibi olacak. Galeriye oldukça soyut ve esprili bir şekilde yerleştirilecek, çünkü aslında oraya sığamayacak kadar büyük görünecek. Dışarıdan gemiye küçük bir kapıdan girilebilecek ve sonra yine aynı yerden çıkılacak.

Konu olarak gemiyi seçtik, çünkü İstanbul’daki deneyimlerimizin pek çoğuna göndermeler yapıyor. Öncelikle, İstanbul gezimize açıkça işaret eden melankoli yüklü bir şey olarak gemi hâlihazırda var. Boğaz’da pek çok gemi bulunur ve vapurları düşünecek olursak, İstanbul onlar olmadan yapamaz. Dahası gemi göç için, Almanya’da veya başka yerlerde yaşayan Türkler için güçlü bir metafor teşkil etmektedir. Tıpkı geminin kendisi gibi devasa ancak eski bir bağlantıdır. Sorunlar ve sızıntılarla dolu… Bizlerin şahsi görüşüne göre ise gemi anıtsal bir makinedir, İstanbul gibi sıcaktır ve ağır kokar. Klostrofobiktir ve yegane açıklık denize doğrudur…

Hush @ Hürriyet | 20.08.2011


2 Ağustos 2011 Salı

20/4 @ Hush Gallery




Antonia Breme - Almanya
Kasia Roswadowska-Myjak - Polonya
Gözde Kırcıoğlu - Türkiye
Nikola Breme - Almanya
Genç sanatçılar olarak İstanbul'da geçirdikleri 20 günün izlenimlerini, Hush Gallery'deki çalışmalarında yansıtıyor. Bu 20 günlük çalışmanın sonucunda ortaya çıkan sergi, belli bir mekanda, kısıtlı bir zaman diliminde bağlarından kopuk kalmanın ne demek olduğunu anlamak peşinde. Dışarıdan bakma fikrinin görsel bir mevcudiyete dönüşmesi, yeniden kök salmak eylemine tanınan bir alan.

Kısaca “20/4″ olarak adlandırılan sergi için dört genç sanatçı yirmi gün boyunca İstanbul’a dair izlenimlerini toplayacak ve onları sanat yapıtlarına aktaracaklar. Mekana özgü işleri seyahat temasını, kökleri olmayan ve içinde bulunduğu yere ait olmasa da bir şekilde onunla bağlantılı olan kişi olarak gezginin konumunu ele alacak. Sanatçılar ve şehir arasındaki yaratıcı diyaloğun sonucundan bir enstalasyon ve çeşitli resimler ortaya çıkacak.

Açılış: 20 Ağustos Cumartesi, 19:00

Açılış Partisi: Açılış, Okan Dirim DJ setiyle 22:00'den sonra devam edecek

Ziyaret saatleri: Haftanın her günü 11:00 - 22:00

Daha fazla bilgi için: info@hushgallery.org


[EN]

Antonia Breme - Germany
Kasia Roswadowska-Myjak - Poland
Gözde Kırcıoğlu - Turkey
Nikola Breme - Germany
are young artists, intermingling their 20 days of intensive work in the Hush Gallery, with their personal experiences of the city. The outcome is the group show dealing with what it means to be placed in a setting, where your roots are missing for a period of time. To bring the notion of seeing from an outside perspective to presence. To ground, to give it a space.

For the exhibition titled simply as “20/4″ these four young artists will collect their own impressions of Istanbul for twenty days and transfer them into artworks. Their site-specific works will be dealing with the theme of traveling, the position of a traveller as someone rootless, who does not belong to the place yet feels connected to it somehow. The creative dialogue between the artists and the city will result in an installation and paintings.


Openning: 20 August Saturday, 19:00

Visiting hours: Every Day 11:00 - 22:00 hrs

For further info: info@hushgallery.org

15 Haziran 2011 Çarşamba

Otomorfoz2 // Otomorphose2, Alper Bıçaklıoğlu @ Hush Gallery


Otomorfoz2

Modern zamanın insanlığa büyük armağanı. Sanal gerçeklik günlük hayatımızın her evresinde artık yapabildiklerimizin tamamı, yapamadıklarımızın ve yapamayacak olduklarımızın neredeyse imkansızlığı.

Gelişen teknoloji karşısında insanın otomorfozu ve bunun sonunda insanın yaratma yetisine tabi olması ve tanrısal bir kavrama dönüşmesi; benlik, yaratılış ve duygusal hissiyatlarımızın hanelere ve haneler dışına optik transferlerle gerçekleştiği dünyanın karşı konulmaz çekiciliğinin modern teknolojik gelişmeler sonucu dünyanın insana, insanın zamana olan yenilgisi.

21.06.2011 - 25.07.2011
Açılış//Opening: 21.06.2011, 18:00*

*Galeri Piha ile ortak açılış yapılacaktır

Ziyaret saatleri//Visiting Hours:
Haftanın her günü//Every day 11:00 - 21:00

17 Nisan 2011 Pazar

Olasılıklar Arası Denge // Balance Between Possibilities | Hüma Birgül @ Hush Gallery


Olasılıklar Arası Denge!

Sonsuz kombinasyon arasında düşünsel devinim! Yaşamsal yansımanın dengesi arayışıyla… Hayatı, şeyleri algılama biçimi üzerinden renk ve form dengesi.
Bir hikaye betimlemek değil, ötesinde de değil, kendisi! İçe doğru ve her yöne. İçeriden!
Durum ve durumlar karşısındaki yeni durumlar...
...Kafamdaki denge gitgide netleşiyor... Ta ki istediğim olana kadar devam... Ve baştan... Her resim yaşam gibi, yaşamdan öte. Ve kala.


[EN]

Balance Between Possibilities!

Intellectual motion among endless combinations! In a pursue of balance between vital reflections... A balance of color and form through perception of life and things.
Not depicting a story, not something beyond this, but very self of it! Inwards and in all directions. From the very inside!
The balance in my head increasingly gains clarity...
Going on until I achieve the desired ones... Over again right from the beginning...
Each painting resembles life, all beyond the life itself.


Hüma Birgül



Açılış//Opening: 06.05.2011, 19:00

Ziyaret saatleri//Visiting Hours:
Haftanın her günü//Every day 11:00 - 22:00

Detaylı bilgi için: info@hushgallery.org


Hush Gallery
Caferağa Mh. Miralay Nazım Sk. 20 Bahariye - Kadıköy / Istanbul
www.hushgallery.org


31 Mart 2011 Perşembe

Pencere // The Window | Güneş Acur @ Hush Gallery




Pencere // The Window



Pencereyi açtım, havayı soludum,

soğuğu hissettim, yalnızlığa dair ne varsa.
Çevreme baktım,
sesleri duydum,
yalnız insan çığlıklarıydı bunlar işte,
gerçekti bunlar hayata dair ne varsa...

Mart 2011


I have opened the window,
breathed the air, felt the cold;
whatever about loneliness.
I have looked around,
heard the voices;
they were the cries of people only.
they were real,
belonging to life whatever in it.

March 2011

Güneş Acur


Açılış//Opening: 02.04.2011, 19:00

Ziyaret saatleri//Visiting Hours:
Haftanın her günü//Every day 11:00 - 22:00

Detaylı bilgi için: hushgallery@gmail.com


Hush Gallery
Caferağa Mh. Miralay Nazım Sk. 20 Bahariye - Kadıköy / Istanbul
http://www.hushgallery.org/
http://hushistanbul.blogspot.com/

BASIN//PRESS

10 Mart 2011 Perşembe

Orchestra Elastique(London) @ Hush

Mark-Erwan Tarrisse @ Hush Gallery 11.03.2011, 19:00

Mark-Erwan Tarrisse 1987 yıllında Fransa’nın Montpellier şehrinde doğdu. Anaokulundan lise sona kadar İstanbul’da Pierre Loti lisesinde okuduktan sonra Fransa ve Belçikada sanat eğitimi aldı.
Son 3 senedir masaüstü ve bilgisayar oyunları, kitap kapakları, televizyon dizileri ve reklam ajansları gibi değişik sektör ve projeler için illüstrasyon ve konsept tasarım işleri yapmıştır.

Bu ilk sergisinde geçmişten bugüne yaptığı işlerden oluşan seçkiye yer veriyor.

*** Açılış Orchestra Elastique(London) akustik perfomansıyla başlayacaktır.
http://www.orchestraelastique.com/



[EN]

Mark-Erwan Tarrisse was born in 1987, in the city of Montpellier (France). From primary school to highschool, he studied in the Lycée Français Pierre Loti in Istanbul. After getting his "baccalauréat" diploma in highschool, he studied Art in France and Belgium.
And for the last 3 years he did concept art and illustration work for many different sector, such as : Board games, video games, book covers, TV series and entertainement companies.

*** The opening will start with an acoustic performance by Orchestra Elastique(London)
http://www.orchestraelastique.com/


Açılış//Opening: 11.03.2011, 19:00 - 00:00

Ziyaret saatleri//Visiting Hours:
Haftanın her günü//Every day 11:00 - 23:00

Detaylı bilgi için//For futher info: hushgallery@gmail.com


24 Şubat 2011 Perşembe

Soundjunction @ Hush Bar | 05.03.2011, 20:00


2000'li yılların başında İstanbul’da kurulan topluluk, profesyonel iş yaşamları dışında kalan zamanlarını ayırdıkları müzik kariyerlerinde emin adımlarla ilerlemekte. 16. Uluslararası Caz Festivali kapsamındaki Genç Caz Etkinliğinde performans sergileyen ve ardından 8. Amatör Caz Müzisyenleri Festivalinde festivalin kapanış konserini gerçekleştiren Soundjunction, müziğinde klasik caz, latin tınılarının yanında cazın modern uygulamalarından da esinlenerek kendilerine has bir sound yaratma yolundadır. Grup, çalışmalarını kendi eserleri ve kayıt çalışmalar çerçevesinde yoğunlaştırmaktadır.

Tolga Tulun (Davul)
Kıvanç Tanrısevdi (Basgitar)
Barış Durlanık (Gitar)
Özgür Durlanık (Gitar)

http://www.myspace.com/soundjunction.tr